Osmanlı’da sosyal yardım denilince akla gelen unsurlardan biri Vakıflar’dır.Uzun yüzyıllardan beri bütün İslam topraklarında çok önemli bir yer kazanmış, sosyal ve ekonomik hayat üzerinde derin etkiler bırakmış, dini-hukuki bir kurum olduğu belirtilen vakıf (Köprülü, 2005: 295), “bir malın, geliri ile birlikte hayrî bir hizmete tahsis etmek üzere, mülk sahibinin mülkiyetinden çıkarak, sosyal mülkiyet kategorisine aktarılması” (Zaim, 1992: 2) şeklinde tarif edilmektedir. Vakıf, elbette bu yönüyle sosyal bir kurumdur.
Özellikle Osmanlı söz konusu olduğunda vakıflar, devletin resmi bütçesinden bağımsız, bir sivil sosyal politika aracı olarak kendi uygulanan bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma kurumu şeklinde değerlendirilmektedir (Abay, 2004a: 84). Gerçekten de vakıflar, Osmanlı’da sosyal yardım fonksiyonu açısından önemli bir yere sahip olmuştur. Örneğin, vakfın kurulması aşamasında, gayrimenkul veya menkul servetin, vakfeden kişinin elinden çıkması zorunluluğu (ve böylece bunun sonucunda da mülkün, bir yaklaşıma göre, “Allah’ın mülkü haline getirilmesi” (Kazıcı, 1985: 28)), otomatik olarak servetin dağılımını etkilemektedir (Şahin, 1990: 58). Bu açıdan vakıflar, sosyal adaletin temin edilmesi veya (varsa) sınıf farklarının ortadan kalkması noktasında (Öztürk, 1983: 136) etkili bir sosyal yardım işlevine sahip olmuşlardır.
1546 yılında, sadece İstanbul’da 2517 vakıf kaydı olması (Koyunoğlu, 2006: 35) ve 17. yüzyıl Osmanlısı’nda, ekonominin % 15.97’sinin, 18. yüzyılda % 26.80’inin, 19. yüzyılda ise % 15.77’sinin vakıfların elinde bulunması; çeşitli hizmetlerin yanında vakıfların, sahip oldukları bu gelirin 17. yüzyılda % 6.3’ünü, 18. yüzyılda % 10.15’ini ve 19. yüzyılda ise % 17.16’sını sosyal yardım faaliyetlerine harcamış olmaları (Öztürk, 2003: 18), vakıfların sosyal yardım alanındaki etkinliğini göstermesi açısından dikkate değer bir ölçüttür.
Ayrıca vakıf şartnamesine uyulmasının imkânsız hale gelmesi durumunda, vakıf gelirlerinin fakirlere aktarılması hususu da vakıfların sosyal alandaki işlevlerinden bir diğer göstergesi konumundadır (Öztürk, 1995b: 44).
Osmanlı’da vakfın “mebani-i medeniyye” ve “müesesat-ı hayriye” diye adlandırılan medreseler, kütüphaneler, ibadethaneler, köprüler ve benzerlerini içine alan faaliyetlerin (Öztürk, 1995a: 31) dışında sosyal yardım anlamında aşevi, ihtiyaçlı olanlara elbise yardımı, dükkân açmak isteyenlere yardım edilmesi gibi alanlarda faaliyet yaptıkları bilinmektedir (Kozak, 1985: 28).
Bunların en bilinen tipi, “avarız vakıfları”dır. Bu vakıflar, hem ferdi niteliktedirler hem de dini bir hüviyete sahiptirler (Çiftçioğlu, 1998: 15). Burada, vakıflar bünyesinde oluşturulan ve mahallenin halkı tarafından biriktirilme usulü sonrasında imama teslim edilen “avarız akçası” diye bilinen bir nevi yardımlaşma sandığı vasıtasıyla, mahallenin hasta ve fakirlerine yardım edilmesi söz konusu olmaktadır (Kazıcı, 1995: 94). Avarız vakıfları ile bir yandan hastalık nedeniyle iş, güç ya da kazancından mahrum kalanların giydirilmesi, yedirilmesi, içirilmesi ya da tedavilerinin sağlanması mümkün iken; bir yandan da sermaye bulamayanlara sermaye verilmesi ve borcunu ödeyemeyenlerin borçlarının ödenmesi söz konusu idi. Bunların yanında, fakirlerden ölenlerin defin işlemlerinin yerine getirilmesi ve fakir kızların evlendirilmesinin sağlanması gibi birçok sosyal yardım uygulamasının yapıldığı görülmektedir.
Yard. Doç. Dr. Faruk TAŞCI
*Bu yazı, yazarın “Sosyal Politikalarda Can Simidi: Sosyal Yardım” (Ankara, Nobel Yayınları, 2010) adlı eserindeki bir bölümün (s. 66-68) gözden geçirilmiş ve ilaveli halidir.