Doç. Dr. Levent ŞAHİN

 

Çalışan yoksulluğunun nedenlerini, ikili bir yapıda değerlendirmek mümkündür. Birinci yapı, küreselleşme ve onun bir uzantısı olduğu bilinen neoliberal politikaların işgücü piyasalarında meydana getirdiği olumsuzluklar ve sıkıntılar iken; ikinci yapı, yoksulluk sorununun ortaya çıkmasında daha çok bireysel bir takım faktörleri muhteva eden demografik eğilimlerdir.

İnsanların ve topyekûn olarak düşünüldüğünde toplumların temel ihtiyaçlarını giderme noktasında güçlükler ve sıkıntılar yaşaması olarak da ifade edilebilen bir olgu olarak yoksulluk; savaş veya doğal afetler gibi ekonomik olmayan birtakım nedenlerden kaynaklanabileceği gibi, insanların bizzat kendi elleriyle var ettikleri bazı oluşumlar neticesinde de ortaya çıkabilmektedir. İçerisinde bulunduğumuz yüzyılda, dünyanın hemen hemen her bölgesinde kendini gösteren yoksulluk sorununun, özellikle küreselleşmenin etkisiyle birlikte kapitalizmin temel argümanlarının toplumsal yaşama tamamen hakim olması sonucu daha da belirginleştiğini söylemek mümkündür.

Aynı paralellikte, küreselleşme olgusu ve neoliberal politikaların işgücü piyasalarında ortaya çıkarmış olduğu negatif etkilerin sadece çalışmayanlar için değil, çalışanlar için de çok büyük bir yoksulluk tehditi oluşturduğunu görmek gerekmektedir. Bu çerçevede, neoliberal politikaların işgücü piyasalarında ortaya çıkarmış olduğu temel eğilimlerin başında ekonomik büyüme ile istihdam artışları arasındaki ilişkinin zayıflaması ve bunun sonucunda yeni iş alanlarının yaratılamaması gelmektedir. Bu durum şüphesiz ki çalışan ya da çalışmayan herkes için yoksulluk riski daha yüksek bir toplum yapısı yaratmaktadır. Öte yandan, 100-150 yıllık bir zaman dilimi süresince verilen mücadeleler sonucunda elde edilen sosyal hakların, neoliberal politikalar aracılığıyla tasfiye edilmeye çalışıldığını ve mevcut istihdam yapısının da daha istikrarsız ve güvencesiz bir forma kavuştuğunu belirtilmelidir. Bu durumun tezahürü; kapitalist merkez ülkelerde gönülsüz olarak çağrı üzerine, kısmi süreli veya belirli süreli vb. işlerde çalışma; çevre ülkelerde ise açık işsizlik ve kayıt dışılık şeklinde olmaktadır. Özellikle güvencesiz ve kötü çalışma koşullarına sahip eğreti istihdam[1]biçimlerinin yaygınlaşması sonucu, işgücü piyasaları kuralsızlaştırmaya varan bir esnekliğe büründürülmüş ve ücretli sınıf üzerindeki sosyal koruma ağı zayıflatılmıştır.

Bütün bu gelişmelerin paralelinde alt işveren (taşeron) uygulamalarında artış görülmüş, sendikal yapı zayıflamış, reel ücretlerde önemli düşüşler görülmüş ve ücret artışları çoğu zaman verimlilik artışlarının gerisinde kalmış, sosyal güvenlik sistemlerinin koruyucu özelliği zayıflamış, kamusal sosyal harcamalar önemli eksiklikler barındırmaya başlamıştır. Burada ifade edilen gelişmelerin tamamı, kompleks bir şekilde birbirine bağlı olduğundan ötürü, aşağıda da birbirleriyle ilişkilendirilerek detaylandırılmıştır.            

İşgücü piyasalarının yeniden düzenlenmesi, toplumun ve devletin piyasa mantığına ve ağırlıklı olarak küresel sermayenin çıkarlarına uygun olarak yapılandırılması; gelişmekte olan ülkelerin tamamının, gelişmiş ülkelerin ise pek çoğunun sosyal güvenlik sistemlerinin çatırdamasına ve koruyucu özelliklerini kaybetmesine neden olmuştur. Bu durumda çoğu zaman çalışanın önünde iki seçenek mevuttur: Ya işsizliğe ve doğal olarak gelirsizliğe mahkûm olacak ya da güvencesiz, atipik, esnek ve çoğu zaman kayıt dışı işlerde çalışmak zorunda kalacaktır. İkinci şıkkı seçenlerin hemen hemen tamamının karşılaştığı durum ise kuşkusuz ki işverenlerin öne sürdükleri çok düşük ücretlerle geçinmek zorunda kalmak olacaktır. İlk olarak ABD, İngiltere ve Kanada gibi Anglo-Sakson ülkelerinde yaygınlaştığı bilinen ve bir anlamda işverenlerin gider kalemlerinde azalmalar sağlayabilmelerinin görünür yüzü olan esnek çalışma fikri, düşük ücretli işlerin ortaya çıkmasında birincil etkendir. Üstelik bu çalışma biçimleri, geleneksel olarak sosyal koruma ve müdahale anlayışı güçlü olan Batı Avrupa ülkelerine de sıçramış ve iyiden iyiye yaygınlaşmıştır. Ayrıca istihdamın sektörel dağılımına bakıldığında sadece gelişmiş ülkelerde değil gelişmekte olan ülkelerde de hizmetler sektörünün çok ağırlıklı bir şekilde ön plana çıktığı görülmektedir. Hizmetler sektörünün yapı itibariyle esnek çalışma biçimlerine daha müsait olduğu bilinen bir gerçektir. Örneğin, bugün esnek çalışmanın en yaygın olduğu ülkelerin başında gelen ABD’de hizmetler sektöründe çalışanların büyük bir kısmının aynı zamanda çalışan yoksul grubuna dahil olduğu bilinmektedir. Bunlar arasında özellikle göze çarpan meslek grupları arasında çocuk bakıcılığı, aşçılık gibi ev hizmetlerinde çalışanlar başrolü oynarken; barmenlik, garsonluk, büro asistanlığı, odacılık ve kuaförlük gibi meslekler de yine önemli yer tutmaktadır.

Çalışan yoksulluğunun yaygınlaşmasının en önemli nedenlerinden biri şüphesiz ki yukarıda da ifade edildiği üzere düşük ücretlerdir ve düşük ücretli işlerin yaratılmasında esnek çalışma biçimleri büyük önem taşımaktadır. Öte yandan, düşük ücretle çalışan (low - wage workers) ile çalışan yoksul (working poor) kavramlarını birbirinden ayırt etmek gerekmektedir. Her ne kadar ilk bakışta aynı anlama geliyormuş gibi görülse de, kavramlar birbirlerinden farklıdırlar. Buna göre, kişi, düşük ücretle çalışıyor olabilir ancak, hanehalkındaki diğer bireylerin kazanç getirici gelirleri ya da sosyal yardımları vasıtasıyla yoksulluktan kurtulabilmektedir. Ya da bu durumun tam tersi olarak, görece yüksek bir düzeyde ücret alıyor iken, gelirini başka bir çalışanı olmayan hane halkı üyeleri ile paylaşması sonucu kişi, yoksulluk sınırının altında kalabilmektedir. Dolayısıyla ücret konusunun, hane halkı yapısı ile de birebir bağlantılı olduğu unutulmamalıdır.

Esnek çalışma biçimlerinden biri olarak görülen taşeron eli ile işçi çalıştırma, çalışan yoksulluğunun artış göstermesindeki en önemli nedenlerden biridir. Gerek kamu, gerekse de özel sektörde giderek yaygınlaştığı görülen bu çalışma biçiminin temelini, bir işletmedeki iş sürecinin mümkün olduğunca çok parçasının işletme dışına çıkartılması ve işin, ana işverene bağlı olan çalışanlar yerine, çeşitli alt işverenlere bağlı çalışanlar tarafından yerine getirilmesi oluşturmaktadır. Bu doğrultuda; ana işveren, kendi bünyesinde ve sürekli olarak işçi çalıştırmaktan bir nevi kurtulmakta; buna karşın fason üretim yapan küçük ölçekli işletmeler de düşük ücretle, sendikasız, sigortasız işçi çalıştırmakta ve sosyal güvenlik mevzuatından çok daha kolay bir şekilde sıyrılabilmektedir.

Küreselleşme ve neoliberal politikaların işgücü piyasalarında yaratmış olduğu önemli bir sonuç da, kayıt dışı ve enformel sektörde meydana gelen müthiş büyümedir. Bir ülkede enformel sektörde çalışan kişi sayısı ile yoksul kişi sayısı arasında doğru orantı bulunduğu açık bir şekilde bilinmektedir. Özellikle işsizliğin güçlü bir şekilde hüküm sürdüğü gelişmekte olan ülkelerde formel sektörde iş bulamayanların enformel sektörlere yöneldiği ve yüksek gelir elde eden çok küçük bir kesim hariç, pek çok çalışanın mutlak yoksulluk sınırının dahi altında ücret alarak yaşamaya devam etmeye çalıştığı görülmektedir. Kayıt dışı ve enformel sektörde çalışanlar, bir taraftan hukuk ve adalet sisteminden; öte yandan da sağlık hizmetleri, sosyal hizmetler ve kamu hizmetleri gibi kamusal sistemlerden faydalanma noktasında sıkıntı yaşamaktadırlar. Her ne kadar bazı ülkelerde kayıt dışılık ve enformel yapı, işsizlik ve yoksulluk gibi büyük ölçekli sorunlarla mücadelede bir araç olarak görülüyor olsa da gerçeği yansıtmadığı ortadadır. Çünkü bu yapıda çalışanların hemen hemen tamamının “kendi hesabına çalışanlar” grubundan meydana geldiği ve bu grubun da genellikle en yoksul kesimleri oluşturduğu bilinmektedir.

Eğreti, esnek, atipik istihdam biçimleri, taşeronlaşma, teknolojik alanda meydana gelen değişiklikler ve yenilikler, işsizlik ya da kayıt dışılık arasında seçim yapmaya mecbur bırakan ve bireyleri baskı altında tutan sosyo-ekonomik yapı, bireyselciliği ön plana çıkaran yönetimsel değişiklikler 1960-1980 yılları arasında altın çağını yaşamış olan sendikacılığın büyük oranda zayıflamasına neden olmuştur. Sahip olduğu potansiyel ile esasında, çalışanları yoksulluktan koruyabilecek en önemli mekanizmaların başında gelen sendikal hareket ve toplu pazarlık düzeninde meydana gelen zayıflama bir yandan toplu iş sözleşmesi kapsamındaki çalışan sayısının azalmasına neden olurken, öte yandan da çalışanlar açısından önemli refah kayıplarının yaşanmasına vesile olmuştur. Çalışanların yoksullaştığının belirginleştiği dönem ile sendikaların güç kaybına uğradıkları dönemin aynı yıllar temsil etmesi kuşkusuz bir rastlantıdan ziyade bir gerçekten ibarettir.

Şüphesiz ki çalışan yoksulluğunun nedenlerini neoliberal politikalar ile ilişkilendirmeye çalışmak ve yukarıda ifade edilen nedenlerden çok daha fazlasına bağlamak mümkündür. Ancak bunların hepsine burada değinmek de mümkün değildir. Tüm bu gelişmelerin, küreselleşme sürecinin ve neoliberal politikaların, refah devleti uygulamalarından yani bir anlamda kamusal sosyal harcamalardan vazgeçilmesi anlamına geldiğini belirtmekte de fayda görülmektedir. Geçmişte ulus-devletin temel argümanı olan sosyal hakların kazandırılması ve korunması konularında kendisini temel sorumlu olarak gören devlet, yaşanan süreçte, sermayenin uçucu olması nedeniyle vergisini dahi toplamakta zorlanan ve ekonomik ve sosyal hayattan kendisini arındıran bir yapıya bürünmüştür. Dolayısıyla küreselleşme, “bir yandan artan yoksulları korumak için daha fazla sosyal güvenliğe ve sosyal korumaya ihtiyaç hissettirirken, öte yandan da bu politikaların uygulanabilmesi ve bunları finanse edilme kabiliyetlerini zorlaştırmaktadır”.    

Buraya kadar sayılan çalışan yoksulluğu nedenleri, küreselleşme ve neoliberal politikalar eşliğinde işgücü piyasalarında meydana gelen değişiklikler neticesinde ortaya çıkan faktörlerdir. Ancak, yoksulluğun açıklanmasını sadece piyasa nedenlerine bırakmak da çok doğru olmayacaktır. Özellikle demografik pek çok eğilim, çalışan yoksulluğunun belirginleşmesinde önemli birer faktör olarak görülmektedir. Bunlar arasında hane halkı ya da aile yapısı, cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi ve etnik köken-göçmenlik durumu büyük önem taşımaktadır.  

Günümüzde başta ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere pek çok ülke üzerinde yapılan araştırmalar; cinsiyet, yaş ve etnik köken-göçmenlik durumuna göre çalışan yoksulluğunun da önemli farklılaşmalar gösterdiğini ortaya çıkarmıştır. Buna göre, genel olarak; kadınların erkeklere; gençlerin yaşlılara; etnik kökeni yaşadığı toplumun genelinden farklı olanların olmayanlara ve göçmenlerin de göç ettikleri ülkelerin yerel işgücüne göre daha yaygın bir şekilde çalışan yoksulluğuna maruz kaldığı görülmektedir

Kuşkusuz ki hane halkının sahip olduğu özellikler çalışan yoksulluğu üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir. Hane halkı üyesinin veya üyelerinin işsizliği veya eksik istihdam edilmeleri, aile yapısının çekirdek ya da geniş olması, tek ebeveynli aile yapısı, çocuk ya da çocukların bulunup bulunmaması, hane halkında çalışan bireylerin eğitim düzeylerinin düşük olup olmaması ya da tek kişiden oluşan hane yapısı bunlardan sadece bazılarıdır. Eurostat, çalışan yoksullar ile ilgili hane halkı verilerini hesaplar iken; hane halkında çalışan kimsenin bulunmadığı durumda (ÇY=0) olarak tanımlamıştır. Hane halkı içerisinde en az bir yıl boyunca bir işyerinde sürekli olarak çalışan biri ya da birileri olduğu durumda (ÇY=1), hane halkı üyelerinin tamamının çalışmadığı veya çalışanların da bir yıldan az çalıştığı durumlarda ise ( 0< ÇY < 1 ) olarak gruplandırmıştır. Bu durumda hane halkında çalışma yoğunluğu yüksekse çalışan yoksulluk oranı azalmakta, hane halkı üyeleri düzensiz olarak çalışıyor ya da çalışmıyor ise çalışan yoksulluğu artmaktadır. 2002 yılında ABD’de yapılan bir çalışmada, bir üyesinin asgari 27 hafta işgücünde olduğu yaklaşık 4 milyon aile (tüm ailelerin %6,3’ü) yoksulluk çizgisinin altında yaşamaktadır. İspanya’da yapılan bir araştırmada ise çalışan yoksulların %44’ünün çocuk sahibi olan ailelerden oluştuğu görülmektedir.

Yapılan pek çok araştırmanın sonucuna göre eğitim düzeyi ile çalışan yoksulluğu arasında ters yönlü bir ilişkinin bulunduğu ortaya çıkmıştır. AB’nin 2007 yılında yayımladığı Çalışan Yoksulluk raporuna göre çalışan yoksulların en fazla görüldüğü grup %14 ile en düşük eğitim düzeyine sahip olanlar iken; yoksulluktan en az etkilenenler ise yükseköğretim mezunu olanlardır. Dolayısıyla, düşük eğitim düzeylerine sahip olanların yalnızca işsizlik riski ile değil, işsizlikten kurtulup bir işte çalışmaya başlamaları halinde bu sefer de yoksulluk sorunu ile karşı karşıya kaldıkları görülmektedir. Küresel bir sorun olduğu aşikâr olan çalışan yoksulluğunun ortaya çıkış nedenleri ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre farklılıklar gösterebilmekle birlikte, ağırlıklı olarak yukarıda ana hatlarıyla değinilen küreselleşmenin temel argümanlarından biri olan neoliberal politikaların işgücü piyasalarında yaratmış olduğu tahribat ile demografik bazı etkenlerden kaynaklanmaktadır. Şüphesiz ki konunun büyüklüğü ve taşıdığı önem, bu sorunu demografik etkenlerin ağırlıklı olduğu bir neden-sonuç ilişkisine bırakmayacak kadar büyüktür. Dolayısıyla, esas oluşum nedenlerinin işgücü piyasalarındaki oluşumlarda yani dışsal faktörlerde aramak ve değerlendirmeleri buna göre yapmak çok daha doğru olacaktır.

KAYNAKÇA

BARDONE,  Laura, Anne-Catherine GUIO; In-Work Poverty, New commonly agreed indicators at the EU level, EUROSTAT Statistics in Focus, Population and Social Conditions, 5/2005.

BUĞRA, Ayşe; Yoksulluk ve Sosyal Haklar, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği Raporu, 2005.

GARCIA-ESPEJO, Isabel, Marta IBÁÑEZ; Working Poor and Low Salaries in Spain: An Analysis Of Occupational And Household Factors Related To Different Situations of Poverty, European Commission 6. Programme, 2006.

GÜNDOĞAN,  Naci; Yoksulluğun Değişen Yüzü: Çalışan Yoksullar, Anadolu Üniversitesi Yayınları, No:1727, 2007.

GÜNDOĞAN, Naci, M. Kemal BİÇERLİ, Ufuk AYDIN; “The  Working  Poor:  A Comparative  Analysis”,  MPRA  Munich  Personal  Repec Archiv,  MPRA  Paper  No.  5096, 2005, ss. 1-23.

KESGİN, Bedrettin; “Çalışma Yaşamında Değişen Yoksulluk: Çalışan Yoksullar”, İş Ahlakı Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 7, Mayıs, 2011, ss. 65-75.

KESGİN, Bedrettin; “Çalışma Yaşamında Değişen Yoksulluk: Çalışan Yoksullar”, İş Ahlakı Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 7, Mayıs, 2011, ss. 65-75.

KOMAMURA, Kohei;  The Working Poor, Borderline Poor and Developments in Public Assectence Reports, pp. 77-83. (Çevrimiçi): http://www.jil.go.jp/english/JLR/documents/2008/JLR20_komamura.pdf

MOSISA, Abraham T.; “The Working Poor in 2001”, Monthly Labor Review, November/ December, 2003, pp. 13-19.

OSMANI, S. R.;  Exploring The Employment Nexus: Topics in Employment and Poverty, A report Prepared for the Task Force on the Joint ILO-UNDP Programme on Employment and Poverty, UNDP, New York, ILO, Geneva, 2002.

PEÑA-CASAS,Ramón & Mia Latta; Working Poor in the European Union, European Foundation for the Improvement of Living and Working Conditions, Dublin, 2004.

WAGLE, Udaya R.; “Working Poverty in Michigan, 1998/1999 and 2007/2008: Changes in the Magnitudes and Policy and Socio-Demographic Determinants”, The Social Science Journal, 48, 2011, pp. 193-212.
 

[1]Eğreti istihdamı; “istikrarsızlık, güvencesizlik, belirsizlik, korunmadan yoksunluk, ekonomik ve sosyal kırılganlık, kötü çalışma koşulları, bedensel ve ruhsal sağlığa yönelik yüksek riskler içeren istihdam biçimi” olarak tanımlanmaktadır.

 
Yazarın Diğer Makaleleri...