Bilal ERYILMAZ: "Sosyal Politikalarda, Önce 'Aile', Sonra 'Sivil toplum' Sonra 'Yerel Yönetimler' ve Daha Üst Düzeyde 'Merkezi Yönetim Kuruluşlarının Rol Alması, Daha Doğru Bir Yaklaşımdır."
Sosyal politikanın önemli bir aktörü olarak yerel idarelerin misyon ve konumunun nerede ve hangi noktada olması gerektiğini düşünüyorsunuz? (Planlama ve sosyal belediyecilik uygulamaları açısından.)
Sosyal hizmetlerin iki temel boyutu vardır. Birincisi, ülke genelinde makro politikalar ve bunların uygulama koordinasyonu; ikincisi ise yerel ölçekte sosyal sorunlar ve bunlara yönelik mikro politika uygulamaları. Birinci politik düzey, merkezî yönetimlerin işidir. istihdam, malî yapı, sosyal güvenlik ve eğitim gibi konunun ilgili boyutları dikkate alınarak yapılan planlama ve koordinasyon işidir. ikinci boyut, makro politikaların yerel ihtiyaçlarla uyumunu da sağlamaya yönelik ve daha çok uygulama boyutudur ki sosyal devlet geleneğinin güçlü olduğu ülkelerde bu boyut hep yerel yönetimlere bırakılmıştır. Çünkü yerel yönetimler, genel politikaların yerel ihtiyaçlara uyumunu sağlamada, halkın yerel ihtiyaçlarının düzeyini belirlemede ve bunları gidermeye yönelik uygulamalarda, merkezî yönetim kuruluşlarına göre çok önemli avantajlara sahiptirler.
Ülkemizde belediyeler sosyal politikalar alanında iki temel sorunla karşı karşıyalar. Birincisi, kent halkının dikey entegrasyonu, ikincisi ise yatay entegrasyonudur. "Dikey entegrasyon" kavramı, kent halkının belediye ile bütünleşmesini sağlamaya yönelik politika ve uygulamaları içerir. Bu da "hemşehri hukuku" çerçevesinde yürütülür. Hemşehrilerin belediye ile ilişkilerinde "hakları" ve "yükümlülükleri" olmak üzere iki boyut bulunmaktadır. Belediye halkının hakları; belediyenin karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve belediye idaresinin yardımlarından yararlanmalarıdır. Yükümlülükleri ise, belediyenin kararlarına, emirlerine ve duyurularına uymak ve belediyeye ait vergi, resim, harç ve katılma paylarını ödemektir. "Yatay entegrasyon" ya da "bütünleşme" ise, komşuluk, sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi, gelir dağılımının iyileştirilmesi, yoksullukla mücadele, yaşam standardının iyileştirilmesi ve geliştirilmesi, kısacası sosyal bütünleşmenin ve barışın sağlanmasıdır.
Gerek dikeyve gerekse yatayentegrasyon politikaları, farklı kültürleri ve yaşam biçimlerini, "kentlilik" ya da ortak haklar ve sorumluluk çerçevesinde belirli bir şehre ait oluş duygusu içinde, müşterek değerler ve standartlar üst kimliği etrafında uyumlaştırmaya yöneliktir.
Her iki düzey entegrasyon politikası, belediyelerin temel misyonu olarak aslî görevleri arasında yer almıştır. Bu bakımdan entegrasyonun önemli bir aracı olan sosyal politika uygulamalarının yerel yönetimlerin liderliğine bırakılmasının doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
Bilindiği gibi ülkemizde kentleşme düzeyi, oranı biraz düşse de yüksek düzeyde önemini koruyor. Kırsal kesimde yaşayanlar, ekonomik ve sosyal dönüşüm kentlere akmaya devam ediyor. Şu anda ülke nüfusunun %80'i belediye sınırları içinde yaşıyor. Bu oran, zamanla %90'lara yükselecek. Nüfusu 5 binin altında 2.158 belediye bulunmaktadır. Sayıca çok olan bu belediyelerin, toplam belediye nüfusu içindeki oranı %1 2 dolayındadır. Bu belediyeler de giderek nüfus kaybediyorlar. Belediye nüfusunun yoğunlaştığı yerler, genellikle nüfus ölçeği 100 bin ve üzerinde olan kentsel yerleşimlerdir. Buralarda ise nüfusun %52'si barınmaktadır. Göç eğilimi, büyük kentlere yönelik olarak yoğunlaşıyor. Bu yerleşimler, kentleşme ve buna bağlı sorunların yoğun olarak yaşandığı yerlerin başında geliyor. Bu sorunların birinci ayağı, fizikî altyapı yatırımları; ikinci ayağı ise sosyal ve kültürel sorunlardır. Kentlerdeki hem dikey entegrasyon ve hem de yatay entegrasyonu sağlamanın aracı, sosyal politikalar ve bunların uygulamalarıdır. Burada yerel yönetimler ve özellikle belediyelere önemli sorumluluklar ve görev düşmektedir.
Yerel yönetimlerin dayandığı değerler içinde, "demokrasi", "fonksiyonel etkinlik", "özerklik"in yanında, sosyal belediyeciliğin teorik temelini oluşturan "yeniden paylaşım" (redistribution)ın çok önemli bir yeri bulunmaktadır. Yeniden paylaşım, vergiler yoluyla varlıklı kesimlerden sağlanan ekonomik kaynakların, sosyal politikalar aracılığı ile, yoksul, zayıf ve yardıma muhtaç kesimlere mal ve hizmet olarak yeniden bölüştürülmesi anlamına gelir.
Yerel idareler (belediyeler)-ideal anlamda- altyapı ve bilinç (istek) açısından yerel sosyal politika uygulamalarına hazır mı? Bu açıdan bakıldığında sosyal belediyeciliğin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye'de Batılı anlamda belediyecilik, 1850'lere dayanır. 1855-1930 dönemi, belediyecilikte başlangıç aşamasıdır. ikinci aşama, 1930'da, 1580 sayılı Belediye Kanunu'nun kabul edilmesiyle başlamıştır. 1950 yılına kadar belediyecilikte önemli gelişmeler yaşanmıştır. Ancak 1950-1980 dönemi, belediyecilikte kayıp yıllarıdır. Bu dönemde kentleşme hızı %5-6 düzeyinde iken, belediyelerin gelirlerinin kentleşmeye paralel olarak artırılması gerekirken, azaltılmış, belediyeler personelin maaşını ödeyemez hâle getirilmiştir. Gerçek anlamda belediyecilik, 1980'lerde yapılan reformlarla gelişmeye başlamış ve 2004 yılında başlatılan yerel yönetim reformlarıyla önemli bir ivme kazanmıştır. Bu yerel yönetim reformlarıyla yetki, görev, organizasyon, insan kaynakları ve yönetimler arası ilişkiler bakımından yerel yönetim birimleri etkili hâle getirilmişlerdir. Yeterli malî kaynaklanın sağlanması durumunda yerel yönetimler, mahallî müşterek hizmetlerin yürütülmesinde gerekli donanıma kavuşmuş olacaklardır.
Belediyeler, bir taraftan kentin altyapısını iyileştirmeye çalışırken, diğer taraftan da sosyal ve kültürel politikalara yönelmişlerdir. Kent belediyeleri ile nüfusu 50 binin üzerinde olan belediyelerde sosyal politikaların yürütülmesi için gerekli altyapının belirli ölçüde mevcut olduğunu söyleyebiliriz.
Belediyeler, fiziki alt yapılarını tamamladıktan sonra, sosyal ve kültürel alana daha yoğun olarak yöneleceklerdir. Belediye politikalarında birinci aşamayı, fiziki alt yapı yatırımları oluştururken, ikinci aşamayı ise sosyal ve kültürel alan meydana getirecektir. Ülkemizde sosyal belediyeciliği, Batı'da uygulandığı gibi anlamamak gerektiğini düşünüyorum. Batı'da, 1980'de "refah devleti" ile birlikte, onun yerel uygulaması olan "refah belediyeciliği" de çökmüştür. Refah devleti, kamunun malî dengesini bozmuş, önemli malî krizlere neden olmuş, bireylerin ve sivil toplumun sosyal sorunlara duyarlılığını azaltmış veya ortadan kaldırmış, girişimciliği önlemiş, her sorunun çözümünün kamudan beklendiği bir yaşam tarzı meydana getirmiştir. 1980'lerde refah devleti ile birlikte, refah belediyeciliği de önemli bir krize girmiş, eski uygulamalardan kademeli olarak uzaklaşılmıştır.
Ülkemizde kentleşmenin devam ettiğini de dikkate alırsak, kentleşme ve bunun kentin ekonomik ve sosyal hayatında meydana getirdiği olumsuzlukları giderme anlamında çok yönlü "sosyal" politikalara ihtiyaç bulunmaktadır ve bu alanda önemli bir boşluğu belediyeler, olanakları ölçüsünde doldurmaya çalışmaktadırlar. Bu politikalar, yukarıda sözünü ettiğim yatay ve dikey entegrasyon politikaları ile birlikte düşünülmelidir. Bu politikalar, yoksullukla mücadele, sosyal yardım, yaşlılara, özürlülere, kadınlara, gençlere, öğrencilere, kimsesiz ve çocuklara yönelik politikalar biçiminde ortaya çıkmaktadır. Yerel yönetimler, bu politikaları yürütürken, sivil toplumun girişimciliğini ve sorumluluğunu ortadan kaldırmayacak şekilde, bilakis onlarla birlikte hareket etmelidir. Çünkü sosyal politikaların en önemli ayağı, bunların finansmanı için gerekli malî kaynaktır. Burada belediyelerin liderliğinde, sivil topluma dayalı sosyal politikaların, hem kalıcılığı, hem de kamunun finansman dengeleri ve de toplumsal duyarlılıkları geliştirmek için daha yararlı olduğunu düşünüyorum. Özellikle sosyal hizmetlere gönüllü katılımı özendirmeliyiz.
Sosyal politikaların ikinci ayağını, kişilerin başkalarının yardımına fazla ihtiyaç duymadan kendi ayakları üzerinde durabilmelerine yönelik politikalar ile ailenin güçlendirilmesi projeleri oluşturmalıdır. Meslek ve beceri kazandırma projeleri ile yoksullara yönelik mikro kredi olanakları, burada önemli bir yere sahiptir. Yaşlılara ve özürlülere yönelik politikalarda, aile yanında bakım yönteminin, toplumsal dokumuzun geliştirilmesi açısından desteklenmesi gerekir. Sosyal politikalarda, önce "aile", sonra "sivil toplum" sonra "yerel yönetimler" ve daha üst düzeyde "merkezî yönetim" kuruluşlarının rol alması, daha doğru bir yaklaşımdır.
Etkili yerel sosyal politikanın oluşturulabilmesi için yetkili yerel aktörlere (Belediye, İl Özel İdaresi, STK'lar, Valiliğin uhdesinde olan sosyal kurumlar; SHÇEK İl Müdürlüğü; İl Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı, vs.) ne gibi görevler düşmektedir? Aralarındaki işbirliği nasıl sağlanmalıdır?
Yerel yönetimlerin sosyal politikalar alanındaki konumuna, genel olarak bir önceki sorunuza verdiğim cevapta kısmen değinmiştim. Bugünkü uygulamalarda, sosyal politikaların bir ayağında, merkezî yönetim, diğer ayağında ise yerel yönetimler bulunmaktadır. Merkezî yönetimin buradaki rolü çok önemlidir ve daha çok devletin sosyal sorunlara karşı ilgili olduğunu vurgulamak sosyal devlet olgusu, kısacası devletle toplum arasındaki bütünleşmeyi güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Özellikle Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları böyle bir rolü yürütmektedirler. Söz konusu vakfın uygulamaları, valiler ve kaymakamlar aracılığıyla yürütüldüğünden, uygulama yerel aktörlerin katılımıyla birlikte, yoksullukla mücadelenin yanında, devletin toplum üzerindeki desteğini ve konumunu güçlendirmeye de yöneliktir.
Kimsesiz çocuklara yönelik sosyal hizmetlerin yürütülmesi, bütünüyle yerel yönetimlere bırakılmalıdır. Kimsesiz çocukların kaldığı yuvalardaki yaşanan ve sürekli kamuoyunun gündemini meşgul eden sorunlar, bu alandaki merkezî yönetim örgütlenmesinin başarılı olmadığını göstermektedir. Mevcut örgütlenme yöntemiyle bu sorunların çözülemeyeceği artık anlaşılmıştır. Aynı kaynaklarla yerel yönetimlerin daha başarılı hizmetler yürüteceğini düşünmekteyim.
Ayrıca sosyal politikaların yürütülmesinde yerel yönetimler, merkezî yönetim kuruluşlarına göre, sivil toplum kuruluşları ile daha kolay işbirliği ve koordinasyon sağlayabilmektedirler, en azından konumları böyle bir liderliğe daha uygundur.
Ülkemizde, çeşitli alanlarda sıkça görüldüğü tarzda çift başlılık sosyal hizmetler alanında da yaşanmaktadır. Burada yetki ve sorumlulukların yeniden düzenlenmesi gerektiği açıktır ve temel yaklaşım "bir hizmet, ona en yakın birim tarafından yürütülmelidir", "bir hizmetin tek bir patronu olmalıdır" ilkeleridir. Bir fonksiyon, birden fazla kuruluşa verildiğinde, hizmet zayıflamakta ve aslî sorumlu ortadan kaybolmakta, sorumluluktan kaçma kolaylaşmakta ve topluma karşı "hesap verebilirlik" ilkesi zedelenmektedir.
Belediyeler Kanunu'ndaki son değişiklikler ve İl Özel İdaresi'nin yapısındaki yapısal oluşumlar, yerel yönetimlere sosyal politika bağlamında ne gibi yeni imkânlar sunmaktadır?
Bilindiği gibi, yerel yönetimlere ilişkin temel yasalar, 2004 tarihinden itibaren yeniden düzenlenmiştir. ilk düzenleme 10.07.2004'te 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile başlamış, 5302 sayılı il Özel idaresi Kanunu 22.02.2005 tarihinde kabul edilmiş, 5393 sayılı Belediye Kanunu da 03.07.2005tarihinde yasalaşmıştır. Bu kanunların temel amacı, özerk, hesap verebilir, katılımcı, etkin, verimli, kısacası çağdaş bir yerel yönetim anlayışını hayata geçirmek için gerekli hukukî çerçeveyi oluşturmaktır. Her şeyden önce, yerel yönetimlerin mahallî müşterek hizmetler konusundaki yetkileri artırılmış ve yapabilirlik kapasiteleri geliştirilmiştir. Ancak burada, "yerel yönetimlerin görevleriyle orantılı gelir kaynaklarına sahip olması" ilkesi yeterince yerine getirilememiştir. O da yerel yönetim maliyesinin güçlendirilmesiyle ilgilidir ve ayrı bir yasal düzenlemeyi gerektirmektedir.
Belediye Kanunu'ndaki sosyal hizmetlere ilişkin yetki ve görevlerin çerçevesi, ilgili maddelerde "sosyal hizmet ve yardım", "konut, kültür ve sanat, gençlik ve spor", "kadın ve çocuklar için koruma evleri", "özürlüler merkezi", "dar gelirli, yoksul, muhtaç ve kimsesizler ile özürlülere yönelik sosyal hizmetler ve yardımlar", "öğrencilere burs", "meslek ve beceri kazandırma", "hemşehriler arasında sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi ve kültürel değerlerin korunması" biçiminde kavramlaştırılarak çizilmiştir. Bu görev ve yetkiler, ana başlıklar hâlinde belirtildiği için, bunların içinin doldurulmasında belediyelere genel bir yetki verilmektedir. Belediyeler bu alanlarda yurt içi ve yurt dışı kamu ve özel kesim kuruluşları, sivil toplum örgütleriyle birlikte ortak proje ve hizmetler yürütebilme olanağına sahiptir.
İl özel idareleri'ne de belediyelere benzer sosyal görevlerin verildiği görülmektedir. il Özel idareleri, il sınırı içinde "sosyal hizmet ve yardımlar"ın yanında "yoksullara mikro kredi verilmesi" gibi farklı ve yeni bir görevle de donatılmış bulunmaktadırlar. Özellikle meslek ve beceri kazandırma programları ile mikro kredi uygulaması yöntemi, eğer iyi uygulanırsa; yoksullukla mücadele, istihdamı geliştirme ve yerel kalkınma açısından önemli açılımlar sağlayabilir.
Yerel yönetimlerden başta sosyal politikaların etkin yürütülmesi, yerel sorunların çözümü ve yerel ortak hizmetlerin başarılı yürütülmesinde önemli bir girişimci güç olarak yararlanılması, ülkemizin genel yönetim kapasitesinin geliştirilmesinde önemli fırsatlar meydana getirecektir.
Prof. Dr. Bilal ERYILMAZ
Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi