Osmanlı Devleti'nde sosyal kimliklerin, etnik ve lisan aidiyetine göre değil, din esasına göre düzenlendiği bilinmektedir. Genel olarak asli unsuru oluşturan Müslüman gruplar yanında değişik alt kimliklere, dine ve mezheplere mensup olanlar gayrimüslim umumi adı altında toplanmışlar ve İslam'ın kabul ettiği semavi dinlerin takipçileri olarak hukuk içinde yerlerini bulmuşlardır. Hukuki tanımlama Müslüman'a, Hıristiyan ve Yahudilere "tahammül" etme mecburiyetini beraberinde getiriyordu. Bu dine göre sosyal yapılanma alanı dışında, aykırı bir topluluk ise şüphesiz Çingenelerdir. Çoğunlukla yerleşik bir hayat yaşadıkları, bir bölümü Müslüman, bir bölümü Hıristiyan olarak tanımlandıkları için Osmanlı merkezinin onlara karşı tavrı farklı olmuştur.
Osmanlı Devleti'nde toplum bilincinden uzak bir şekilde yaşayan Çingeneler, iki gruba ayrılmalarına rağmen bunlar hukuki bakımdan denk sayılmışlardır. Çünkü Çingeneler yerleşik bir hayat tarzının asgari müştereklerinde buluşamamışlar, sosyal hayat ve yaşayış tarzları onların dinî kimliklerinin üstüne çıkmasına müncer olmuştur. Bu durum vergi uygulamasında açıkça görülür. Mesela, Osmanlı Devleti'nde sadece gayrimüslimlerden cizye alınırken, Kıpti tebaanın hem zimmî hem de Müslimlerinden cizye alınmıştır. Fakat miktarı farklı tutulmuştur. Müslüman Çingenelerden 22 akçe ispence alınırken, bu miktar gayrimüslim Çingene için 25 akçedir. Bîvelerinden, yani dul kadınlarından, alınan miktar ise 6 akçedir .
Osmanlı Devleti'nin değişik bölgelerinde geniş bir coğrafyada yaşayan Çingenelerin devlet ile olan ilişkilerini daha çok arşiv vesikalarından tespit edebilmekteyiz. Osmanlı toplum yapısı içerisinde Çingenelerin belirli bir mekânları ve mesleklerinin olmamasından dolayı, Osmanlı toplum düzeni açısından problem oluşturuyorlardı. Bu çerçevede bu tür durumların önlenmesi için sürekli olarak taşradaki yerel idarecilere hükümler yazılmakta idi. Bu meyanda Çingenelerin Osmanlı Devleti'nde nasıl bir statüye tâbi oldukları ve devletin kendilerine nasıl baktıklarının anlaşılması açısından belgelere yansıyan hükümlere bir göz atalım.
Osmanlı sosyal toplulukları içerisinde Mühimme kayıtlarında oldukça dikkati çeken gruplar arasında Yörükler, Çingâneler ve bir yeri yurt tutunamayarak bir yerden diğerine sürekli yer değiştirdiklerinden dolayı "Gurbet" diye nitelenen gruplar önemli bir yekûn teşkil etmekteydi. Çingeneler adıyla anılan tâife ise -belgelerde menşelerine ilişkin malumat verilmemiş olsa bile- bunların yerleşik, göçebe ve gezgin toplulukları şeklindeydi. Gurbet tâifesinin, Çingâne toplulukları ile birçok ortak sosyal ve ahlaki karakteristik özellikleri bulunmaktadır.
Osmanlı Dönemi'nde sosyal yaşamın olumsuz yönde etkilenmesinde büyük rol oynayan Gurbet ve Çingene tâifesinden bahseden Mustafa Akdağ, Mühimme hükümlerine yansıyan şikayetlere bakarak, "Gurbet ve Çingeniyân Tâifesi"nin evleri ve barkları ile gezginci bir hayat sürdüklerini, eğlence hayatını öne çıkardıkları ve geçimlerini bundan sağladıklarını ifade eder. Onun belirttiğine göre, şikâyet konuları bunların özellikle büyük şehirlerin elverişli yerlerinde açığa kurdukları çadırlarda servet sahibi ailelerin levend, suhte ve öteki ergen (bekâr) oğullarını hatta evli erkekleri eğlenceye kaptırdıkları, servetlerini bu yolda harcattıkları konusunda toplanmıştı.
Osmanlı döneminde Gurbet ve Çingene tâifesinden bu gibi şikayetlere karşı, ciddi bir sonuç alınamaması, toplumun belirli ihtiyaçlarını karşılamaları dolayısıyla genellikle mahallî idarecilerin onlara hoşgörülü yaklaşımlarından kaynaklanmış olmalıdır. Nitekim yukarıda belirtilen türden şikâyetler hemen her devirde aynen tekrarlanmıştır. Mesela, benzer şekilde Sultanönü Sancağı'nda, günah ve yasak olan çeşitli fiilleri işleyip yanlarına aldıkları fâhişeler ve çeşitli oyun ve çalgı aletleriyle şehir, kasaba ve köyleri gezerek halkın yoğun olarak bulunduğu pazar vb. yerlere gidip insanları yoldan çıkaran ve düzeni bozan, tenha yerlerde de öldürme, soygun, yağma gibi suçları işleyen Gurbet ve Çingene tâifesinin söz konusu faaliyetlerinin engellenmesi hususunda daha önce emir gönderildiği hâlde emrin gereği yerine getirilmediği için bu grupların hâlâ faaliyetlerini sürdürdüklerinin haber alındığı, bu gibi kişi ve grupların derhal araştırılıp tespit edilerek yakalanmaları ve yol kesip eşkıyalık yaptıkları şer'an sabit olanların derhal gerekli cezalara çarptırılmaları, günah ve yasak fiilleri işleyenlerin ise hapsedilip durumlarının arz edilmesi talep edilmektedir . Aynı şekilde, Çingenelerin de ahalinin evleri basarak bazı eşkıyalık hareketlerine giriştikleri gibi bazı hatunları da şer'i şerif ile talak üzere boşandırdıktan sonra yanlarına aldıkları ve bu durumdan halkın rahatsız olduğu bildirilmektedir.
Bazı Çingenelerin iyi atlara binip köylere inerek hırsızlık, adam öldürme ve kalpazanlık fiillerini işledikten sonra serbest tımar , evkaf ve emlake sığındıkları, teslim edilmeleri istendiğinde verilmediklerinin bildirilmesi ilginçtir . Serbest tımarlara tımar sahibinin dışında kimsenin müdahale edememesi yüzünden tıpkı diğer gruplar gibi Çingenelerin de işledikleri suç akabinde buralara sığınıp koruma görmeleri dikkat çekicidir. Bu durum serbest tımar toprağında müsait karşılandıklarının göstergesidir.
1560 tarihinde Tuna Yalısı'nda bulunan eminlere yazılan hüküm de ilginçtir. Bu hükümde Eflak vilayetine bağlı haraç veren Çingenelerin köle olarak sattırılmaması konusuna değinilmektedir. Bu durum bize, Osmanlı Devleti'ne vergisini veren toplulukların can, mal ve diğer haklarının koruma altına alındığını göstermektedir. Günümüzde toplumun en alt katmanından sayılan bu topluluğun esir olarak sattırılmaması onlara verilen bir insani değerin göstergesi sayılabilir. Oysa aynı dönemde Çingeneler Avrupa pazarlarında esir olarak satılmaktaydı.
Osmanlı toplumsal düzenine bakıldığında, her zaman Çingenelerin asayişi bozmalarının aksine kendilerinin de bazen başka topluluklar tarafından saldırılara maruz kaldıklarını görmekteyiz. Ankara Sancağı'nın Kalecik kazasına bağlı Alacaviran mevkisinde Eğridir Yörüğü denilen Yörükler tarafından Çerkes kazasında Çingeneler gece baskınına maruz kalmışlar ve malları yağmalanmıştır.
Ehl-i fesad tâifesinden birinin zulmüne bu sefer bir Çingene kadını ve oğlu maruz kalmaktadır ve bu zulme maruz kalan diğer ahali ile birlikte Çingene kadın ve oğlunun haklarının korunması ve itibarlarının iadesi istenmektedir .
Eskiden Bosna Beylerbeyi olup şimdiki hâlde(o dönemde) Tuna ve Pravadin'de arpalık sahibi olan ve Niğbolu Sancağı mutasarrıfı olan Mehmed Paşa ve Hezergrad kadılarına yazılan hükümde, Hezergrad kazasına tâbi Çingene tâifesinin haraçlarını toplamakla görevli olan Mustafa'nın bu haraçları toplama esnasında halka zulüm ve işkence ettiği burada bulunan Çingeneler tarafından merkeze şikayet edilmiş ve yapılan duruşmada bu durumun önlenmesi ve gereken tedbirlerin alınması istenmiştir.
Edirne'de II. Murad dönemine ait vakıf kayıtları arasında bir Çingene köyünün bulunduğu görülmektedir. Tayyib Gökbilgin tarafından yapılan bir çalışmada , Rumeli'deki Çingene köyünde yer alan hane sayısı ile birlikte mücerret nüfus verilmiş bunlara ilave olarak bu köydeki tarımsal faaliyetlerden de söz edilmiştir. Bu Çingene köyünde 42 hane, 1 mücerret, 2 gendüm ve 1 cevv bulunmakta olup, toplam 5611 hâsıl tespit edilmiştir. Böylece, bu köyde yerleşik hayat süren Çingenelerin tarımsal faaliyetlerle uğraştıkları öğrenilmiştir. Bu dönemde Çingene köyü bu vakfa 5458 akçe gelir sağlamaktaydı. 965/1 559 tarihli bir vakfın gelirlerine bakıldığında Çingene köyünden 11.170 akçe gelir temin edildiği görülmektedir.
Paspati, Rumeli Çingenelerinin neredeyse tamamının müzisyen olmakla birlikte seslerinin çok güzel olduğunu ve keman eşliğinde oynadıklarını belirtmektedir. Ayrıca, çiftliklerde ekin taşıyarak hasat yapmaktalar ve bazen de tarımsal faaliyetlerle uğraşmaktadırlar. Fakat Bulgaristan'da yaşayan Çingeneler bu işle uğraşmayıp genellikle çiftliklerde sepetçilik ve hırdavatçılık işiyle meşgul olmaktadırlar.
Osmanlı Devleti'nde Rumeli'de fethedilen yerlere Anadolu'dan ve diğer yerlerden iskân yapıldığı bilinmektedir. Buradaki iskân politikasının amacı buraların şenlendirilmesi olduğu kadar tarımsal faaliyetlerine destek verilmesiyle üretime katkı da sağlanmasıdır. Osmanlılar döneminde Çingenelerin yoğunlukta bulundukları bölgeler Rumeli'de olduğu için, Çingenelerin nüfusu, demografik yapısı, bulundukları yerleşim birimleri ve alınan vergilerin tespiti amacıyla tahrirler yapılmıştır. Çingenelerin ilk düzenli tahrirleri Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılmıştır. Bu tahrirlerde Çingenelerin hangi kazalarda bulundukları, bunların nüfuslarıyla birlikte meslekleri ve ödedikleri vergiler kaydedilmiştir.
Osmanlı döneminde Çingeneler, tarımsal faaliyetlerin bir parçası olan çeltik işlerinde de çalışmakta idiler. Pazarcık ve Sofya kazalarındaki çeltiklerin çamurlarını senede üç defa kaldıran Kıptîlere yevmi 18 pâre ücret verilmesine karar verilmiştir .
Çingenelerden öşür vergisi alındığına göre, bunların tarımla uğraştıklarına hükmedilebilir.
istanbul'da biri Ayvansaray'da Lonca ve diğeri de Edirnekapı ile Topkapı arasında yer alan -sur duvarları boyunca uzanan- Sulukule olmak üzere iki Çingene iskân bölgesi bulunmaktadır. Şehir içerisinde yaşayan Çingenelerin sâzendelik, hânendelik, çengilik, köçeklik, kundura boyacılığı, hamallık; nâdir olarak yetişkin delikanlılarının hamam tellaklığı; kadınlarının ise ekseriyetle hamamlarda tellaklık, natırcılık yaptıkları görülmektedir .
Osmanlılar zamanında Çingenelerden vergilerin toplanması sırasında vergi tahsildarlarının Çingenelere zulmettikleri oluyordu. 7 Rebiülahir 980/15 Ekim 1572 tarihinde Gümülcüne ve Karasu Beyi ve kadısına yazılan hükümde, Gümülcüne şehrindeki Çingenelerin dergâh-ı muallama gelerek eskiden olduğu üzere cizye ve ispençelerini ödedikleri ancak vergi toplamaya gelen memurların bunlardan fazla akçe alarak kendilerine zulüm ve teaddi ettiklerinin öğrenildiği bildirilmiştir. Bunun üzerine bölgede görev yapan vergi tahsildarlarının daha dikkatli olmaları konusunda tembihatlarda bulunuluyordu. Bu görevlilerin ellerine verilen nişanlı, sahih haraç ve ispençe defterine bakarak görevlerini yerine getirmeleri istenmekte, bu haraç ve ispençeye muhalif olarak Çingenelerden fazla akçe alınmaması, eğer böyle bir durum meydana gelirse, suçluların yazılarak istanbul'a bildirilmesi isteniyordu . Aynı şekilde vergi miktarlarının ve vergi verecek Çingenelerin kayıtlarının tutulduğu Gümülcüne Kıptileri'nin Haraç Defteri'nde geçen bir kayda göre, Gümülcüne Karası Yenicesi Dram ve Siroz'daki Müslüman Çingenelerden 12 ve kâfir Çingenelerden ise, 50 akçe alınmakta iken deftere muhalif olarak Müslüman olanlarından 60 ve kâfir olanlarından ise 120 akçe talep olunduğundan buradaki vergi tahsildarlarının yapmış oldukları yolsuzlukların önüne geçilmesi talep ediliyordu . Aynı tarihte Motalice kadısına yazılan diğer bir hükümde, haraç cem'ine varan memurların Çingenelerin haraçlarını fazla talep ettikleri hatta Çingenelerin dövülerek öldürülmeleri ve avrat ve oğullarının esir alınması neticesinde Çingene tâifesini katleyleyenlerin teftişi istendiğinde "Çingene kanı sorulmaz." diye cevap alınması üzerine padişahça bizzat "Çingâne taifesi reayadır mezkurlara hilaf-ı şer'i şerif zulüm ve teaddi olmak caiz değildir." diye buyrularak, eğer Çingenelerden fazla haraç alındıysa sahiplerine geri verilmesi, suçsuz yere Çingene öldürüldü ise katillerinin bulunup bunun da gereğinin yerine getirilmesi emredilmektedir .
Çingeneler XVI. yüzyılda Avrupa'nın değişik bölgelerine yayılmıştı. VIII. Henry'nin 1530'da çıkardığı bir yasaya göre Çingenelere yardım edenler kırk pound cezaya çarptırılıyordu (Bir yerden başka bir yere götürülmüş olan Çingeneler de asılıyordu.) . Aynı dönemde tarihe Kanûnî unvanıyla adını yazdıran Sultan Süleyman ise, Osmanlı Devleti'nde Çingenelerle ilgili olarak hukuki düzenlemeler yaptırarak Çingene Kanunnamesi'nin oluşmasını sağlamıştı. Bu Kanunname'de Çingenelere yapılan haksızlıkların giderilmesi yönünde bazı önlemler alınmıştı. Coğrafi yayılış olarak iki farklı bölgede bulunan Çingenelerin sosyo-ekonomik ve hukuki durumlarının incelenmesi gerçekten kayda değer bir durumdur.
Rumeli Eyaleti'nde bulunan Çingenelere özel olarak hazırlanan Çingene Kanunnamesi, Çingenelerin sosyal, hukuki ve ekonomik durumlarını yansıtmakta ve Çingeneler bu kanunname hükümleri çerçevesinde yönetilmekte idiler.
Müsellem, Osmanlıların teşekkülü sırasında ve Orhan Gazi zamanında bazı askerlik hizmetlerini yerine getirmek amacıyla vergiden muaf tutulanlar için kullanılan bir tabirdir . Bunlar harp zamanında askerî hizmetleri yerine getirdikleri gibi, sulh zamanlarında ise, ziraatla meşgul olup, buna karşılık her çeşit vergiden muaf tutulurlardı. Yeniçeri teşkilatı kurulduktan sonra geri hizmetlerde ve eyalet askeri olarak kullanılmışlardır. Müsellemlerin beş kişisi bir çiftlikte ziraat etmekte ve elde edilen mahsulün öşrü tımar gibi kaydolunmakta idi. İlk teşkil olunan müsellemlerin sayısı bin civarındaydı ve bunlar da sipahiler gibi harp zamanlarında sefere iştirak etmekteler ve bu zaman zarfı içerisinde ulufe almaktaydılar. Her sefer zamanında bir tanesi gidip, diğerleri kalırdı. Sefere gidene "nöbetli" adı verilmekte ve o yıl tımarın mahsulünü bu kişi almaktaydı. Seferlere katılan müsellemlerin görevleri arasında top çekmek, yol açmak, zahire nakletmek nevinden şeyler vardı . Çingeneler de müsellem teşkilatına sokularak bu görevleri ifa etmişlerdir.
Osmanlı Devleti, Çingenelerin göçebe hayat sürmelerinden dolayı, onların haraçlarını düzenli olarak toplayamamış ve bundan ötürü de Çingeneleri yerleşik hayata geçirmek için onlara toprak vermek suretiyle ziraat yapmalarını teşvik etmiştir .
Osmanlı Devleti'nde Çingenelerin vakıf ve mülklerde yer aldıkları da görülmektedir. Ancak, görevlilerin bunlardan zorla vergi almak istemelerinden dolayı, onlara zulmettikleri görülebilmektedir. Bu durumun tahkik edilerek hakikaten vakıf reayası iseler rencide edilmemeleri konusunda hüküm yazılmıştır. Görice'de bulunan Çingeneler mülklerde yerleşik olarak yaşamaktadırlar. Muhtemelen bu mülklerde de bazı hizmetleri yürütmektedirler . Filibe'de Hamza ve Batur Berkuk köyünde ismail Bey'in mülkünde çalışmaktadırlar. Vakıf ve mülklerde yer alan çingeneler kendilerine verilen temessük sayesinde bazı hizmetleri yerine getirdiklerinden bazı vergilerden muaf olmuşlardır.
Osmanlı imparatorluğu'nda yer alan Çingeneler Fatih döneminden başlamak suretiyle hukuki olarak belirli bir sistem içerisine entegre edilmişlerdir. Çingene
Kanunnamesi hazırlanarak topluma entegrasyonları konusunda mesafe kat edilmiştir. Rumeli'de yaşayan Çingeneler için ise bir Çingene Sancağı'nın tahsil edilmesi onlara verilen bir değerin göstergesi olarak ele alınabilir. Ayrıca, Çingenelerin musikiye olan yakın alakaları nedeniyle başta Saray olmak üzere paşa konakları ve diğer yerlerdeki eğlencelerde Çingene sanatkârlara yer verilmesi onlara Devlet'in bakış açısını yansıtması bakımından önemlidir. Bunun dışında bakırcılık, sepetçilik, demircilik gibi mesleklerle uğraşan Çingeneler diğer esnaf teşekkülleri gibi hayatlarını devletin himayesi altında devam ettirmişlerdir.
Çingenelerle ilgili olarak yapılan idari düzenlemeler, onların belli bir sistem içine alınması bakımından önemlidir. Bu durum, Çingenelerin yaşadıkları başka ülkelerde rastlanılmayan bir özelliğe işaret eder. Hatta onların bir sancak şeklinde idari organizasyon altına alınmaları, zamanla bu yörelerdekilerin yerleşik hayata geçiş ve daimi surette ikâmetlerini sağlayarak, toplumla entegrasyonlarında rol oynamış olmalıdır.
Dr.ismail ALTINÖZ
Gaziantep Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü